"Kırmızı Saçlı Kadın" Orhan Pamuk: Babasız Oğul, Oğulsuz Baba

 Babasız Oğul, Oğulsuz Baba: Kırmızı Saçlı Kadın

“Şairi önce asacaksın, sonra darağacının altında ağlayacaksın." (Pamuk 144)

Organizmada gerçekleşen bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yönden sürekli ilerleme kaydeden değişimler süreci; ‘gelişim’ olarak adlandırılmaktadır. Gelişim sürecinde, çocuğun fizyolojik ve psikolojik açıdan ‘tam’ sağlıklı olması, duygusal ve sosyal yönden gelişmesi; anne ve babasıyla bir bağ kurup güven duygusu geliştirmesi ile yakından bağlantılıdır. Bazı araştırmalar; özellikle babanın olumlu ve nitelikli ilgisinin, çocuklarda liderlik, uyum yeteneği, matematik başarısı ve olumlu cinsel kimlik gelişimi ile yüksek oranda ilişkili olduğunu (Aktaran: Kuzgun 70) ve babalarıyla güvenli bir ilişki kuran çocukların daha sosyal, akademik olarak daha başarılı, kendilerine güvenen çocuklar olduğunu göstermiştir (Yörükoğlu 1996). Aile içi ilişkilerde babalar genel olarak, çocuklar tarafından bir otorite sembolü olarak algılanırlar ve babanın uzun süreli yokluğunda çocuklarda daha çok saldırgan davranışlar, hırçınlık, okul başarısında düşme, antisosyal davranışlar ile uyum sorunları yaşadıkları araştırmalarda ortaya konmuştur. Anne ve babanın sevgisinin dengeli, sürekli, tutarlı ve kararlı bir biçimde verilmesi, en az çocuğun beslenmesi için gerekli olan besin maddeleri kadar önemlidir. Bu ilgi ve sevgi yoksunluğu ise çocuk üzerinde derin izler bırakmaktadır. Orhan Pamuk tarafından kaleme alınan ve 2016 yılında yayımlanan Kırmızı Saçlı Kadın adlı eserde de Doğu-Batı düalizmi temelinde babasız büyümek durumunda kalmış çocuğun/çocukların kadersel dışa vurumu okura yansıtılır. Romanda, 10 yaşında babası tarafından terk edilen Cem Çelik’in yaşam öyküsü aktarılır. Baba ve oğul ilişkisi konusunda kurgu ağının örüldüğü eserde kıskançlık, cinayet, suç, gizem, otorite, kader gibi izleklerin ön plana çıktığı görülür. Üç bölüm olarak yapılandırılan eserde kahraman bakış açısı hâkimdir. Olay örgüsü, ilk iki bölümde Cem Çelik’in bakış açısından; üçüncü bölümde ise Kırmızı Saçlı Kadın’ın yani Gülcihan’ın bakış açısından aktarılmıştır. Eser bittiğinde ise eserin bir savunma niteliği taşıdığı ve bu anlatının Enver tarafından tasarlandığı sonucu çıkarılır. İlk bölümde, başkahraman Cem’in 10 yaşında babası tarafından terk edilmesinin izleri ve çalıştığı Deniz Kitabevinde Oedipus anlatısı ile tanışması; ikinci bölümde, iş sahibi olması, evlenmesi, çocuğunun olmaması ve Sührab adı verdiği şirketi kurması, Rüstem ile Sührab üzerinden Doğu medeniyeti anlayışı ile tanışması ve suçluluk duygusu teması ile ilerlerken üçüncü bölümde ise Kırmızı Saçlı Kadın’ın bakış açısında bireyin ele alındığı içerik yansıtılır. Kimi zaman esrarengiz kimi zaman kaderci ve gerilimli bir entrik atmosferin çizildiği romanda hem bir oğul hem bir baba olarak başkahraman Cem’in iç ve dış çatışmalarının ön plana çıktığı ve odak noktasında olduğu söylenebilir. Bu iç ve dış çatışmaların; Doğu-Batı medeniyeti sentezinde başta metinlerarasılık olmak üzere, özne parçalanması, belirsizlik, kaos, çoğulculuk, tarihe ilgi, polisiye, üstkurmaca gibi portmodernizmin anlatım özellikleri aracılığıyla harmanlanarak verildiği görülür. Eserin bölüm bölüm analiz edilmesi anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

“Modernist arayışın canlılığını kaybetmesinden sonra XX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan çeşitli üslup ve yönelişlerin adı” (Türk Dil Kurumu) olarak sözlükte tanımlanan ‘postmodern’ sözcüğünde yer alan post; sonraki, sonra gelen anlamlarında; modern, şimdiki, şimdi olan, yaşanmakta olan ve izm ise belirli bir düşünce, doktrin olarak parçalandığında postmodernizmin ‘yaşanmakta olanın, şimdinin ötesindeki düşünce’ olarak sentezlenebilir. Bu öğretide yer alan, anlayış ve tekniklerden edebiyat alanında da faydalanılmaktadır.

Bu öğretinin yazın hayatına kattığı önemli anlayışlardan biri ‘metinlerarasılıktır’. “R. Barthes’ın “yeryüzünde söylenmemiş söz yoktur.” cümlesi metinlerarasılık yönteminin temel kanonlarındandır. Bu yöntemi ilk defa, 1965 yılında Paris’e göç eden Bulgar asıllı Fransız kültür bilimci, psikanalist ve göstergebilimci Julia Kristeva 1967 yılındaki bir makalesinde kullanır (Ekiz 2007:124). Kristeva’nın temel savı; “her metnin bir alıntılar mozaiği olarak yapılandırılmış olduğu” gerçeğidir. Çünkü Kristeva’ya göre söylenecek söz bitmediği için asla tamamlanmış bir metin yoktur. Her metin, başka bir metnin içinde, daha önce kullanılmış başka sözcüklerle yan yana gelerek veya bir metnin içinde geçen sözcüğe başka bir metinde farklı bir anlam yüklenerek yeni biçimlerle, yeni anlamlarla devinimsel bir döngüde tekrardan oluşturulmaktadır.” (Aktaran Karabulut&Biricik 149) Metinlerarası ilişkiler, metnin anlamının incelenmesinde büyük önem taşımaktadır. Bir metnin başka metinlere gönderme yapması ya da oradaki bir kurguyu, karakteri ya da çatışmayı yeniden üreterek model alması, metne teknik olarak bir zenginleşme etkisi getirir. Kubilay Aktulum, anlatıda tek düzeliği kırmak ve metni çok anlamlı bir zemine oturtmak anlayışını iki ya da daha fazla metin arasındaki bir alışveriş, bir konuşma ya da söyleşim olarak anlaşılması gerektiğini dile getirir (Aktulum 2000: 17).” (Aktaran Karabulut 149)

Kırmızı Saçlı Kadın’da metinlerarasılık ve semiyotik önemli bir yere sahiptir çünkü olay örgüsü okura bir tablo gibi tasvir edilir. Sözden ziyade görselleştirme önemli bir paya sahiptir. Kitabın ön kapağında Dante Gabriel Rossetti’nin 1860 yılında çizdiği “Regina Cordiuam”, “Queen of Hearts” adı verilen tablosu yer alırken; arka kapağında ise Batı kültüründen Gustave Moreau’nun Oidipus ve Sphinks’e buna karşın Doğu kültüründen İran halk resmi Rüstem ve Sührab’a yer verildiği görülür. Kırmızı Saçlı Kadın eserinin yazımı tamamlandığında kitabın ön kapağındaki Rossetti’nin resmini kitabın kapağı yapmasını oğluna tembihleyenin de Gülcihan olduğu eserin sonunda öğrenilir. “Pazartesi gene geleceğim" dedim gülümseyerek. Çantamdan çıkardığım Dante Rossetti’nin yırtılmış, yapıştırılmış kırmızı saçlı kadın resmini verdim. “Romanını yazacağını bilmek ise oğlum, çok mutlu etti beni!” dedim. “Bitince kapağına bu resmi koyar, biraz da güzel ananın gençliğini anlatırsın. Bu kadın, bak, biraz benziyor bana.” (231) Böylece bir kez daha eser kendini gerçekleştirmiş olarak okura sunulur. “Kubilay Aktulum’a (2000: 94) göre bir sözce içinde/üzerine sözce, bir ileti içinde ileti diyerek bu işlevi alıntılama edimi olarak niteler. Yazar, bu edim ile Umberto Eco’nun ifadesiyle bir nevi anlatı ormanında gezintiye çıkar. (Karabulut, Biricik 2017: 37)

Eserin henüz başlarında okura aktarılan, Cem’in Deniz Kitabevi’nde çalışırken karşılaştığı Oidipus adı daha sonra Cem’in kaderi olarak sonunu getirmiştir. Mitlerde Oidipus, her ne kadar kaderinden kaçmaya çalışsa da kaderine yakalanmış ve babasını ‘bilmeyerek de olsa’ öldürmüş ve tahta geçmiştir. Babasından uzak kalan ve onu görmeden büyüyen Enver, yıllar sonra babası Cem ile karşılaşmış, babasını öldürmüş ve babasının Sührap adlı şirketinin başına geçip Cem’in eşi Ayşe Hanım’a ortak olmuştur. Oidipus gibi her ne kadar kehanetinden kaçmaya çalışsa da bunu başaramamış ve kaderine teslim olmuştur. Romanda da Enver kaderine teslim olmuş ve babası Cem’i eserin sonunda öldürmüştür. Eserde Oidipus üzerinden yansıtılan bu etkiye pygmalion etkisi (The Pygmalion effect), ‘beklenti etkisi’ veya ‘kendini gerçekleştiren kehanet’ denmektedir. ‘The Pygmalion effect’, Robert Rosenthal’ın deneyine dayanmaktadır ve adını mitolojideki bir heykeltıraştan, Kıbrıs prensi Pygmalion’dan, alır. Anlatıya göre, Pygmalion ideal kadını temsil eden fildişinden bir heykel yapar ve ona Galatea adını verir. Galatea o kadar güzeldir ki, Pygmalion ona âşık olur, tanrıça Venüs’e ona hayat vermesi için yalvarır. Venüs onun isteğini kabul ederek Galatea'yı canlandırır; Pygmalion ile insan olan heykeli sonsuza kadar mutlu bir aşk yaşar. Bu noktada mitolojideki en büyük olumsuz örneği ise Oidipus kehanetidir. “Mitolojik Yunan kralı Oidipus'un en büyük korkusu kehanette olduğu gibi babasını öldürmek ve annesiyle evlenmektir. Sonuçta bu kehanet gerçekleşir.” Bu iki olumlu ve olumsuz örnek, insanoğlunun bilinçaltında kurduğu beklentilerin etkisinin sonuçlarını açıklamak için oldukça önemlidir. “Yani kişi kendi kehanetini kendi yerine getirir. Olumsuz duygular, olumsuz sonuçları; olumlu duygular ise olumlu sonuçlar doğurur.” anlamını tartışmaya açmıştır. Yine Oidipus mitinden hareketle önemli bir teoriyi de Sigmund Freud geliştirir ve Ödipus Kompleksi teorisini ortaya koyar. Ödipus kompleksi; Freudyen yaklaşıma göre karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni saf dışı etme konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamı olarak adlandırılabilir. (98-99) Bu teori etrafında hem Cem’in hem Enver’in psikolojik ve davranışsal süreçlerinin tartışılabilmesi adına önemlidir.

Eserde, bu psikolojik ve davranışsal çatışma sürecini zenginleştiren bir başka metinlerarasılık örneği ‘Rüstem ve Sührab’ olarak verilirmiş ve alt çatışmanın bir üst boyutu Doğu-Batı medeniyeti çatışması da gün yüzüne çıkmıştır. Rüstem ve Sührab eserinde de yine bir baba-oğul çatışması yer almaktadır. Babasını görmeden büyüyen Sührab, babasına savaşta yardım etmek için Acem diyarına gider ancak karşısına bir savaşçı çıkar onunla günlerce savaşmak durumunda kalır sonunda savaşçı onu öldürür ve sonunda anlaşılır ki savaşçı Sührab’ın aradığı babası Rüstem’dir. Eserin başında Oidipus üzerinden bir önseme yapıldığı ve anlatının sonunda ise tıpkı Oidipus’ta olduğu gibi oğulun bir otorite ve yokluk olarak gördüğü babayı Doğu kültüründeki Rüstem’i öldürdüğü görülür.

Cem başkahramanı üzerinden aktarılan dönüm noktaları, anlatının entrik unsurunu gizem ve gerilim şekillendirmiştir. Bu dönüm noktaları sırasıyla Cem’in babasının evi terk etmesi, Cem’in Mahmut Usta ile tanışması ve Öngören’e kuyucu çırağı olarak gitmesi, Öngören’de Kırmızı Saçlı Kadın ile tanışması, birlikte olmaları, Cem’in Mahmut Usta’nın üstüne kova düşürmesi ve bu olayın sonuçlarından korkup Öngören’den kaçması. Bu komplekslerin ve psikanalitik arketiplerin tamamı Cem’in davranışsal ve ruhsal portrelemelerinde büyük önem kazanmaktadır. Cem, anlatının satırlarına “Aslında yazar olmak istiyordum. Ama anlatacağım olaylardan sonra jeoloji mühendisi ve müteahhit oldum. Okuyucularım, hikâyemi anlatmaya başladım diye olayların sona erip arkada kaldığını da sanmasınlar. Hatırladıkça olayların içine daha çok giriyorum. Bu yüzden sizlerin de peşim sıra baba ve oğul olmanın sırlarına sürükleneceğinizi hissediyorum” (6). ifadeleri ile eserin başında aslında kendi kaderinin de bir noktada son bulacağı mesajını önceden okura önsemiştir. Cem’in hayatındaki ikinci dönüm noktası Mahmut Usta ile karşılaşması olmuştur. Geçim sıkıntısı ile “Lise ikiyi bitirdiğim yazın başında İstanbul'dan Gebze'ye taşındık. Teyzemin kocasının Gebze'deki bahçeli evinin müştemilatında kira vermeden oturacaktık.” (12) “Eniştemin bana verdiği iş Gebze'nin arkalarındaki bostanına ve kiraz ve şeftali bahçesine bekçilik etmekti.” (12) “Bostanın yanındaki bahçede bir su kuyusu kazılıyordu.” (13) “Gün boyunca usta yukarıya nadiren çıkıyordu. Onu bir öğle molasında sigara içerken gördüm ilk. Babam gibi uzun boylu, yakışıklı, inceydi. Ama babam gibi sakin, güler yüzlü değil, öfkeliydi.” (13) ifadesinde Cem’in Mahmut Usta’yı ilk kez görmesi ve hemen babası ile bir karşılaştırmaya koyması Cem’in babasının yokluğunu başka bir baba arayışı ile doldurmaya çalışması olarak görülmektedir. Daha sonra Mahmut Usta’nın çıraklık teklifini kabul eden Cem, Mahmut Usta ile Öngören’e Hayri Bey için kuyu açmaya gider. Baba yerine koyduğu Mahmut Usta’yı yine kuyunun içinde bırakması olay örgüsünde Mahmut Usta’nın Cem’in baba, oğul çelişkisini yansıtmada önemli olduğu görülür. Cem’in hayatındaki diğer bir dönüm noktası Öngören’de Kırmızı Saçlı Kadın ile taışmasıdır. Entrik yapının gizemi ve sonuçlanması bu kadersel bağ üzerine kurulmuştur. Gülcihan otuz üç yaşında, İbretlik Efsaneler Tiyatrosu’nda oyunculuk yapan çekici bir kadın olarak okura tanıtılır. Cem ilk görüşte Gülcihan’dan yani Kırmızı Saçlı Kadın’dan hoşlanmış ve onu saran merak unsuruyla Kırmızı Saçlı Kadın’ı takip etmeye başlamıştır. Kırmızı Saçlı Kadın ile cinsel birliktelik yaşaması ise yine dönüm noktası olmuştur çünkü eserin devamında öğreniriz ki babası da Kırmızı Saçlı Kadın ile cinsel bir birliktelik yaşamıştır. Baba ve oğulun aynı kadını sevip aynı kadınla birliktelik yaşaması arka planda yine Oedipus’a bir gönderme olarak nitelendirilebilir. Kıskançlığa kapılması, Mahmut Usta’nın kafasına kova düşürmesi polisiyeyi tırmandırır ve Öngören’den apar topar kaçar. Bu mazi, entrik unsurun özünü oluşturmaktadır. Yıllar sonra Öngören’de oluşan düğümlerin bir bir çözüldüğü ve sonuca bağlandığı bu unsurun bir sonucudur. Bütün bu bölümün aslında eserin sonunda anlaşıldığı üzere Enver tarafından savunma amaçlı yazılması ve babasının olmayan sesi olması ise düğümlerin çözümü için farklı bir bakış açısı sunar.

Gerek Mahmut Usta ve Cem’in yaptığı iş, gerekse zihnin ve kolektif bilinçaltının derinlikleri olarak algılanabilecek ‘kuyu’ kavramı, içeriğin anlaşılmasındaki kilit noktadır denilebilir. “Göğe çıkıp yıldızların ışıltısına ulaşmak yerine, şimdi üzerinde uyuduğumuz toprağın içine girmeyi hayâl etmemiz doğru muydu?” (Pamuk 17) ifadeleriyle dikkat çekilen kuyu metoforik bir aktarımı yansıtır. Eserin sonunda Cem’in de öldürüldüğü ve kuyuya gömüldüğü yani daha metaforik düşünülecek olursa bilinçaltının derinliklerine gömüldüğü analojisi yapılabilir. “Anlatıda kuyu metaforu önemli bir yer tutar; kuyu aslında annenin rahmi ile yer değiştirmiştir ve bilinmeyen, karanlık dünyanın ve hatta bilinçdışının temsilidir. Kuyu kazmak ise adeta anne rahminde (cennette) yitirilen babayı (Âdem‟i) aramak gibi bir işleve bürünmektedir. Cem bu karanlık dünyaya doğru çekincelerini şu sözleriyle itiraf eder gibidir” (Aydınalp 212). “Kuyu kazmak eylemi burada yine toprak anayı delen fallusa gönderme yapar. Fallus ilk kaybedilen nesnedir; o bir yokluğun gösterenidir. Kuyu burada karanlıkta bırakılan arzu nesnesinin gösterenidir. Bu yokluk fallusu imler ve Babanın Adları yoluyla fallus bilinçdışının organize edici merkez göstereni olur. Bu anlatıda kuyuda ölüme terk edilen sembolik baba merkezi bir rôl üstlenerek onun daha sonraki bütün geleceğini etkileyecektir. Daha sonraları kuyu bilinçdışına ittiği baba figürünün ve sembolik düzeyde bu figürün temsili olan Mahmut Amca‟nın karanlıklara gömüldüğü hatta ölüme terk edildiği yer olacaktır”(Aydınalp 213).

Eserde dikkat çeken önemli iktibas örnekleri kullanılarak yapılan metinlerarasılık ise örgünün pekiştirilmesinde önem kazanmıştır. Kuyu kazma sürecinde Mahmut Usta’nın aktardığı menkıbeler ise diğer önemli bilinçaltı bağlantıları oluşturur. “Hz. İbrahim, daha önce verdiği bir söz yüzünden oğlu İsmail’i Tanrı’ya kurban vermek ister. Mahmut Usta ile Cem’in birbirine anlattığı hikâyelerin temel konusu baba veya oğuldan birinin ötekini öldürmesidir. Yine romanda adı geçen hikâyelerden biri ise Kur’an’daki Hz. Yusuf Kıssasıdır. Hz. Yusuf, kardeşleri tarafından babasının onu daha çok sevdiği düşünüldüğünden kıskanılarak bir kuyuya atılır. (TDAV İslam Ansiklopedisi (2013). Kuyu da romanda geçen bir diğer önemli motiftir. Roman, baba-oğul ve kuyu izlekleri etrafında şekillenir. Romanda her şey bu izlekler ile açıklanır. İlya Repin’in Korkunç İvan Oğlunu Öldürüyor isimli tablosu da bu izleği destekler bir öge olarak ilgili yerlerde romanda geçer. Metin bu bağlamda, metinlerarası ilişkiler ile doludur” (Çakır 114).

Bu bağlamda eserde sadece anıştırma yoluyla, adı geçen eserler ise şunlardır: Jules Verne’nin Arzın Merkezine Seyahat’i; Edgar Allan Poe’nun seçme hikâyeleri; Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler'i (Pamuk 2016: 98), Dostoyevski’nin Budala'sı (Pamuk 2016: 98), Çinli Shen Kuo’nun Theophrastus Taşlar Hakkında'sı (Pamuk 2016: 99), Jonathan Swift’in Guliver’in Gezileri (Pamuk 2016: 28), Edmond Rostand'ın Cyrano de Bergerac'ı (Pamuk 2016: 64), Shaespeare'nin Hamlet'i (Pamuk 2016: 64), İlya Repin’in Korkunç İvan Oğlunu Öldürüyor diye bilinen yağlı boya resmi (Pamuk 2016: 122), Ingres’in Oidipus ve Sphinks adlı resmi (Pamuk 2016: 123), İtalyan film yönetmeni Pier Paolo Pasolini’nin Kral Oidipus filmi (Pamuk 2016: 124), Wittfogel’in Doğu Despotluğu adlı eseri (Pamuk 2016: 130). (Hacıhaliloğlu 315)

“(…)Şirkete de Sührab adını verdik. Bizim oğlumuz bu şirketti artık” (Pamuk 121). “Hayatın sıradan akışı içinde karşılaştığım babaları ve oğulları Oidipus ve Rüstem ile karşılaştırma alışkanlığımı o yıllarda kazandım.” (Pamuk 133) ifadesinde Cem Çelik’in kendini hikâyenin sonuna koşulladığı birçok kez vurgulanmıştır. Bu da kaçınılmaz son fenomenini ortaya çıkarmıştır. Bunun sadece anlatı ile sınırlı kalmadığı baba ve oğul arasında yer alan çatışmaların geçmişten günümüze vurgulandığı kiminin gün yüzüne çıktığı kiminin de üstünün örtüldüğübir dönemde gazetedeki haberlere dikkat çekilmesi bu konunun güncelliğini de koruduğunu göstermektedir. “Bir dönem skandal ve cinayet haberlerini öne çıkaran gazeteleri Oidipus ve Rüstem benzeri hikâyelere çok rastladığım için okudum. İstanbul’da iki çeşit hikâye okur tarafından çok seviliyor, ucuz gazetelerde çok yayımlanıyordu. Birincisi; oğlu askerde, hapiste, uzaktayken babanın, genç ve güzel geliniyle yatması, olayı fark eden oğulun babayı öldürmesiydi. Çok işlenen ve sayısız çeşitlemeleri olan ikinci cins cinayet ise, cinsel açlık içindeki oğulun, bir cinnet anında zorla anasıyla yatmasıydı. Bu oğulların bazıları kendilerini durdurmaya ya da cezalandırmaya çalışan babalarını öldürüyordu. Toplum tarafından en çok nefretle karşılanan oğullar bunlardı: Ama toplum onlardan babalarını öldürdükleri için değil, zorla analarıyla yattıkları için nefret ediyor, adlarını bile anmak istemiyordu.” (Pamuk 133) ifadelerinde eksendeki Ödipus kompleksi ve kolektif bilinçaltı yine tartışılmak üzere masaya yatırılmıştır.

Değerlendirmenin sonucunda, Orhan Pamuk’un eseri Kırmızı Saçlı Kadın’da babasız oğulları, oğulsuz babalar yönleri üzerinden aktarılan Cem Çelik’in kişisel menkıbesi ele alınan eserde, cinayet, kader, otorite kavramlarına dikkat çekilmiştir. Toplumda yer edinen kolektif bilinçaltı su yüzüne çıkarılmak için deşilmiştir. Özellikle günümüz modern toplumda aile içi ilişkilerde tutarlı bir anlayış ve sevgi gösterilmeyen çocukların derinden sarsıldığı çalışmalarca ortaya koyulurken istendiği şekilde sevilmemiş nice çocuklar bu toplumun temelini oluşturmaktadır. Eserde, güncel gazete yazılarına değinilerek bu mesajların tekrar masaya yatırıldığına dikkat çekilir. Toplumun genel bir sorunu olarak yansıtılan bu konu, içeriğinde yer verilen birçok farklı metin ile de desteklenmiştir. En büyük etkinin Oidipus ve Rüstem ve Sührap üzerinden aktarıldığı eser, Doğu ve Batı medeniyeti ekseninde diğer eserleri de bünyesine katarak eleştirilmek istenen bu kolektif bilin altına çarpıcı bir vurgu yapmıştır. Yüzyıllardır süregelen çatışmalar analiz edilmiştir. Çoğu zaman konuşulmaya korkulan ve halı altına süpürülen bu çekişmelerin her yönden değerlendiriliyor olması, karşılaşılabilecek sorunların altyapısını anlama ve duygusal ve davranışsal sağduyulu bir yaklaşım geliştirmeye yardımcı olacaktır. Sonuç olarak, insanın beklenti anlayışında arketipin beslediği toplumsal ve sosyal inanış, düşünce ve davranış yapısının görüldüğü, Orhan Pamuk tarafından 2016 yılında kaleme alınan Kırmızı Saçlı Kadın adlı eserinde bu kolektif bilinçaltı yansımasını Doğu-Batı düazlimi üzerine kurarken, postmodernizm anlayışında yer alan metinlerarasılık, üstkurmaca, tarihin ele alınması gibi teknikler ile aktarım sağlanmıştır.

Kaynakça

Aydınalp, E. Başak. Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın adlı Eserinde Baba/Oğul İkilemi, Yasa ve Kimlik Karmaşası. International Journal of Filologia, 3 (4), 204-215, 2020.

Çakır, Dilek. “Kendini Gerçekleştiren Kehanet: Kırmızı Saçlı Kadın”. MECMUA Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi [International Journal Of Social Sciences] Uluslararası Hakemli E-Dergi / Referee International E-Journal. Yıl: 6, Sayı: 12, ISSN: 2587-1811 - Yayımlanma Tarihi: 30.09.2021. Sayfa/ Page:110-117. Doi.: 10.32579/mecmua.982498.

Deniz Hacıhaliloğlu. Orhan Pamuk'un Kırmızı Saçlı Kadın Adlı Eserinin Metinlerarasılık Açısından İncelenmesi, Aralık 2020 / 6, 304-317

Hacıhaliloğlu, Deniz. “Orhan Pamuk'un Kırmızı Saçlı Kadın Adlı Eserinin Metinlerarasılık Açısından İncelenmesi”. Hars Akademi Uluslararası Hakemli Kültür-Sanat-Mimarlık Dergisi, Sayı: 6, Sayfa: 304-317, 2020.

Karabulut M. ve Biricik İ., “Postmodern Romanın “Nasıl”Lığı Bağlamında Orhan Pamuk’un “Kırmızı Saçlı Kadın” Romanı”. Journal of Turkish Language and Literature, Volume:4 Issue:1, Winter 2018, (141-162), Doi Number: 10.20322/littera.370796

Kuzgun, Yıldız & Eldeleklioğlu, Jale. “Ana Baba Tutum Ölçeğinin Geliştirilmesi”. Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt XII, Sayı 1, 199, s. 69-77.

Pamuk, Orhan. Kırmızı Saçlı Kadın. 1. Basım. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2016. Baskı.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Son Ada" Zülfü Livaneli: Son Sığınağın Gölgesinde

"Koku" Patrick Suskind: Karanlıktan Aydınlığa